AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI

Terminoloji

Kişilerin fikri çabaları ile oluşturdukları eserlerin veya ürünlerin üzerinde sahip oldukları hakların, bir insan hakkı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve eğer bir insan hakkı olarak değerlendirilebilirse ne şekilde ele alınacağı sorunu, söz konusu haklar için kullanılan terminoloji ile yakından ilgilidir. Dolayısıyla böyle bir çalışmaya, kişilerin fikri çabaları ile oluşturdukları ürünlerin üzerindeki hakların ne şekilde isimlendirildiğini ve arkasından bunların nasıl sınıflandırıldığını inceleyerek başlamayı uygun gördük.

Ulusalüstü mevzuatta, büyük ölçüde bu alandaki uluslararası sözleşmelerin ve bildirilerin de etkisiyle olabildiğinde yeknesaklaştırılmış bir terminoloji kullanımı söz konusudur. Bu alanda yapılan ilk uluslararası sözleşme Paris Sözleşmesidir ve 1883 yılında yapılmıştır. Daha sonra ülkeler arasındaki duvarların yıkılması ve devrim niteliğindeki teknolojik gelişmeler fikri mülkiyet alanına da yansımıştır ve küresel ticaretin önemli bir boyutunu fikri mülkiyet hakları kapsamaya başlamıştır. 1990’lardan itibaren Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) kurulması, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) ve Avrupa Patent Ofisi (EPO) gibi uluslararası örgütlerin faaliyetleri sonucu fikri mülkiyet kavramı ulusal mevzuatlarda yerleşmiştir. Böylece, artık dünya çapında kişilerin fikri çabaları ile ürettikleri eser ve ürünler üzerindeki bütün haklarını kapsayacak şekilde “intellectual property” (fikri mülkiyet) terimi kullanılmaktadır. Bu kullanım çoğu ülkede bu haliyle yaygınlık da kazanmıştır ve fikri üretim sonucu elde edilen haklar için mülkiyet ifadesini kullanmasıyla dikkat çekmektedir. Ülkemiz ulusal mevzuatında ise bu alanda devam eden bir tartışma mevcuttur ve dolayısıyla söz konusu hakları ifade etmek amacıyla farklı kavramların kullanılmasına sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: Fikri haklar, fikri ve sınai haklar, fikri mülkiyet hakları, sınai mülkiyet (…) Bu konu açısından, “fikri haklar” ve “fikri mülkiyet hakları” kavramları arasında yapılan tercih önem arz etmektedir çünkü fikri çaba sonucu ortaya çıkan hakların bir insan hakkı olarak ne şekilde ele alınacağı bu tercihle yakından ilişkilidir.     

Ulusal mevzuatımız, geniş anlamda fikri hakları düzenlerken iki ana eksende hareket etmiştir: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda sanat eserlerine yönelik (telif hakları üst başlığındaki) haklar  düzenlenirken, Sınai Mülkiyet Kanunu’nda marka, patent, tasarım hakları gibi ticari nitelikleri daha fazla olan haklar düzenlenmiştir. Bu çalışma açısından 2017 yılında yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanunu’nda mülkiyet kavramının tercih edilmiş olması, Kanun Koyucunun bu hakları mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirdiğini ortaya koyması açısından önemlidir.  Bununla birlikte gayri maddi bir hakka konu olan fikri ürün klasik anlamda mülkiyetin konusu olmaz çünkü mevzuatımızda sadece maddi şeyler eşya olabilirler. Fikri ürün, bir tescil belgesi ile somutlaştırılsa bile, tescil belgesi üzerindeki mülkiyet, fikri hak üzerindeki mülkiyetle aynı anlama gelmez. Örneğin patent hakkı için belirtmek gerekirse, patent tescil belgesi patente konu teknolojinin hak sahibine ait  olduğunu göstermektedir fakat hak tescil belgesi veya onun eki konumundaki patent metni üzerinde değildir. Patent hakkı, patent metninde tarif edilen ve sınırları çizilen teknoloji üzerindedir. Bu haliyle de fikri ürünlerin eşya anlamında maddi şeyler olmadıkları açıktır. Ayrıca, manevi haklar dolayısıyla da fikri mülkiyet hakları diğer mülkiyet haklarından ayrılmaktadır. Buna rağmen tıpkı ulusalüstü hukuklarda olduğu gibi bu hakların mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirildiğini söylemek mümkündür. 

Fikri haklar kavramının mülkiyetle ilişkisi Locke’çu emek anlayışına dayandırılmaktadır. Her ne kadar Locke, kendisi fikri haklardan bahsetmemiş olsa da arkasından gelen düşünürler fikri mülkiyet kavramını onun görüşlerine dayandırmıştır. Locke’a göre, “insanın emeği geçen şeyler üzerinde, etrafını çevirdiği ve sürdüğü toprak üstünde olduğu gibi, doğal bir hakkı vardır. Özel mülkiyet, insanın emeğiyle, kendi kişiliğini üretilen nesneye yaydığı için doğmuştur. İnsan, üretilen nesneye kendi gücünü harcamakla onları kendisinin bir bölümü durumuna getirir.” Bu görüşe göre, fikri haklar klasik anlamda mülkiyet hakkıdır çünkü insan söz konusu fikri haklara konu olan fikri ürünlere zihinsel çabası yani emeği ile ulaşmaktadır. Bununla birlikte klasik anlamdaki mülkiyet yaklaşımının fikri hakları bütün olarak kavrayabilmesi mümkün değildir ve bu nedenle farklı teoriler geliştirilerek fikri haklara özgü unsurların açıklanabilmesi amaçlanmıştır. Kantçı-Hegelci Kişilik hakları teorisi bunlardan birisidir. Bu teori, mülkiyetin meşruiyetini bireylerin kişilikleri ile mülkiyet arasındaki ilişkiye dayandırmaktadır ve buna göre mülkiyet bireyin kişiliğinin bir uzantısıdır. Dolayısıyla mülkiyete yapılacak müdahale o bireyin kişiliğine müdahale teşkil eder. İşte fikri haklar, mülkiyet olarak ele alınırken söz konusu hakların özellik arz eden en önemli unsuru olan manevi haklar bu teoriden destek almaktadırlar. Üretilen eser yaratıcısının kişiliğini taşımaktadır. Bir başka teori ise fikri hakları tamamen kendine özgü bir hak türü olarak açıklamaktadır. 

Her ne olursa olsun fikri mülkiyetin medeni hukuk / eşya hukuku anlamında bir klasik mülkiyet hakkı gibi değerlendirilmesi mümkün değildir çünkü örneğin zilyetlik gibi klasik mülkiyet hakkına dahil kurumların gayri maddi bir hak olan fikri mülkiyete uygulanması mümkün değildir. Nihayet eşya hukukunda mülkiyetin konusu olarak da sayılmamıştır. 

Fikri Mülkiyet türleri, mülkiyet niteliğini tartışırken her ne kadar  bir bütün olarak ele alınmış olsa da, esasen fikri mülkiyet hakları birçok farklı sınıflandırmaya tabidir ve sınıflandırma tipine göre farklı türlere ayrılır. Geleneksel sınıflandırmaya göre fikri ve sınai mülkiyet hakları olarak ikiye ayrılır. Bu ayrıma göre fikri mülkiyet hakları dar anlamıyla kullanılmaktadır ve bizim mevzuatımıza göre Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamına giren, telif hakları üst başlığıyla bilinen hak türlerini kapsamına almaktadır. İlim ve edebiyet eserleri (bilgisayar yazılımları), musiki eserler, güzel sanat eserleri, sinema eserleri, işlenme ve derlemeler bu başlık altında değerlendirilir, fikri haklar kapsamına girmektedir. Sınai mülkiyet hakları ise ticarete konu olan patent, marka, endüstriyel tasarım, coğrafi işaretler gibi Sınai Mülkiyet Kanunu ile koruma altına alınmış olan hak türlerini kapsamaktadır. Bu sorunsal açısından asıl anlam ifade eden sınıflandırma olmamakla birlikte 2 grup hak türü arasındaki bir fark AİHM önündeki davalarda önem arzetmektedir: fikri mülkiyet haklarında hak sahibi olmak açısından herhangi bir başvuru ve tescil zorunluluğu olmadığı halde sınai mülkiyet haklarında mülkiyet hakkı sahibi olabilmek için ulusal, bölgesel veya uluslararası kurumlarda başvuru ve tescil zorunluluğu söz konusudur. Konu bağlamında özellik arzeden ayrım ise eser sahibi/ buluşçunun, eser (buluş) üzerindeki katkısı ekseninde yapılan bir ayrımdır. Buna göre telif hakları, patent ve endüstriyel tasarım gibi fikri ürünlerde eser sahibinin katkısı daha yoğun olmakla beraber marka, coğrafi işaret, alan adı, ticaret ünvanı ve işletme adı gibi ürünlerde eser sahibinin katkısı yok denecek kadar azdır. İşte bu ayrım fikri mülkiyeti, klasik mülkiyetten ayıran en önemli unsur olan manevi unsurun yoğun veya az olmasına dayalı bir ayrımdır ve dolayısıyla bu eksen üzerinde ilgili hakkın klasik mülkiyete yaklaşması veya ondan uzaklaşması söz konusu olacaktır. 

Terminoloji konusunu, bu çalışma bağlamında özetledikten sonra, tam da bu mesele üzerinde yükselen sorunsalın ortaya koyulması gerekir: Fikri haklar veya fikri mülkiyet bir insan hakkı olarak değerlendirilebilir mi? Eğer bir insan hakkı ise spesifik bir insan hakkı mı yoksa diğer mevcut hakların kapsamına giren alt kategori haklar arasında mı ele alınmalıdır?

Bu amaçla Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukuna göz attığımızda karşımıza ilk olarak Bildiriler çıkmaktadır:

  • Amerikan Hakları ve Ödevleri Bildirisi (1948)
  • Evrensel İnsan Hakları Bildirisi (1948)
  • Kültürel Çeşitlilik Hakkında UNESCO Evrensel Bildirisi (2001)
  • Mültecilerin ve Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşmeler (1951)
  • Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı (2002)

Söz konusu belgelere bakıldığında ulaşılan sonuçlar 3 ana başlıkta özetlenebilir:

1) Fikri mülkiyetin bir insan hakkı olarak kabul edilmesinde Amerika kıtasındaki andlaşmaların önemli bir rolü bulunmaktadır. Güncel durumda dahi, her ne kadar teknolojik gelişme şirketler veya araştırma kuruluşları gibi organizasyonlar bünyesinde yapılan çalışmalara bağımlı olsa da, burada geliştirilen buluşlara ilişkin fikri mülkiyet söz konusu olduğunda birey olarak eser (buluş) sahiplerinin hala en üstün korumaya Amerika’da sahip olduğu görülebilir. Örneğin çalışan buluşlarında, şirket çalışanları bir buluş yaptığında patent sahipliği dünyanın genelinde kendiliğinden şirkete ait olurken, ABD’de öncelikli olarak buluşu yapan kişiye aittir. Şirketin patent sahibi olabilmesi için sonradan hakkın buluşçu tarafından ilgili Kuruma devredilmesi gerekir. 

2) İnsan Hakları belgelerindeki hükümlerin tamamı eser sahibinin (yaratıcının) fikri mülkiyet haklarını kültürel bir hak olarak ele almakta ve patent / marka gibi ticari nitelikteki fikri ürünleri kapsamına almamaktadır. Yine de bu belgeler fikri hakların eşya hukukunda düzenlenmiş bulunan klasik mülkiyet hakkından farklı bir nitelikte olduğunu ortaya koymaktadır. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde mülkiyet hakkı ile fikri mülkiyet haklarının iki ayrı insan hakkı olarak düzenlenmesi de, bu Bildiriler nezdinde fikri mülkiyetin klasik mülkiyetten farklı olarak algılandığını göstermektedir. 

3) Eser sahibinin insan hakkı olarak tanınan fikri haklar, mali haklar ve manevi haklar olmak üzere 2 farklı unsura sahiptir. Mali haklar devredilebilir haklar olarak klasik mülkiyet hakkına oldukça yaklaşmaktadır. Manevi haklar ise daha önce de bahsedildiği üzere klasik mülkiyet hakkında olmayan bir unsurdur ve konunun fikri mülkiyetin bir insan hakkı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ilişkin sorunsalını çetrefilli hale getirmektedir. Klasik mülkiyet kurumları ile fikri mülkiyet arasındaki kan uyuşmazlıklarının başlıca sebebi olan manevi unsur eser sahibinin (buluşçunun) kişiliğinin esere yansımasından kaynaklanmaktadır. Bu sayede eser/buluş ile onu üreten arasında ayrılmaz bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Üzerinde tasarruf edilebilir, örneğin devredilebilir bir hak olan klasik mülkiyet hakkına böyle bir unsurun eklenmesi bu hakkın farklı niteliklere sahip olmasına ve farklı şekilde ele alınmasına sebep olmaktadır. Eser (buluş) sahibinin manevi hakları detaya girilmeden, aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

  • Kamuya Sunma (Umuma Arz Hakkı)
  • Eser Sahibi Olarak Tanıtılma (Adın Belirtilmesi) Hakkı
  • Eserde Değişiklik Yapılmasını Önleme Hakkı
  • Eserin Aslına Ulaşma Hakkı
  • Sergileme (Teşhir) Hakkı
  • Eseri Tahrip Etmeyi Önleme Hakkı

Bu haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı olduğu için kural olarak devredilebilir değildir. Örneğin adın belirtilmesi hakkı devredilebilir bir hak değildir dolayısıyla eser üzerinde yalnızca eser sahibinin ismi belirtilebilir. Fakat hakkın türüne bağlı olarak devredilebilir özelliğe sahip olanlar da vardır. 

Bu açıklamalar ışığında, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından fikri hakların İHAS Protokol 1 Madde 1’deki mülkiyet hakkı kapsamında ele alınmasını beklemek doğaldır çünkü aslında Mahkeme’nin pratiği Sözleşme maddelerini, yorum faaliyeti ile genişleterek Sözleşme’de açıkça belirtilmemiş olan hakların bile İnsan Hakları korumasından yararlanmasını sağlamaktır. Fikri haklar bağlamında ise yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda klasik anlamda mülkiyet hakkı olmasa da, kendine özgü unsurları olan bir mülkiyet hakkı sözkonusudur. Böyle bir durumda, AİHM’in de fikri hakları Sözleşme’nin klasik mülkiyet hakkının düzenlendiği P1-1 maddesi kapsamında değerlendirmesini beklemek doğaldır. Zaten fiili durumda da AİHM içtihadı bu yönde gelişmiştir. Bundan sonraki bölümde bu gelişmenin nasıl gerçekleştiğinin takibi için AİHM’in fikri hakları bir insan hakkı (özelde mülkiyet hakkı) olarak ele aldığı kritik vakaların özeti ve analizi Burak Gemalmaz’ın eserinden [1] seçilerek aşağıdaki şekilde aktarılmıştır:

Söz konusu AİHM ve diğer UİH örgütlerinin kararları iki ana başlık altında tasnif edilmiştir:

Eser Sahibinin Telif Haklarına İlişkin Uyuşmazlıklar

Patent Haklarına ilişkin Uyuşmazlıklar

Her iki fikri hak türü de eser sahibi veya buluşçunun manevi haklarının kuvvetli olduğu fikri hak türlerindendir. Bu açıdan İnsan Hakları Hukuku bağlamında özellik arz eden vakaların bunlarla ilgili olması doğaldır. Aralarındaki en önemli fark ise mülkiyet hakkının doğması için tescil zorunluluğu noktasındadır. Eser sahipliği herhangi bir tescil yükümlülüğüne tabi olmadan kendiliğinden oluşurken patent için hakkın doğması tescile bağlıdır. 

Telif hakları üst başlığında korumaya sahip olabilecek eserler Fikir ve Sanat Eserleri Kanunumuzda aşağıdaki şekilde sayılmıştır ve ilk bölümde bahsedilen kararlar bu koruma türlerinden bazılarının kapsamına girmektedir:

  • İlim ve Edebiyat Eserleri 
  • Musiki Eserler
  • Güzel Sanat Eserleri
  • Sinema Eserleri
  • İşlenme ve Derlemeler

Shin v. Kore Cumhuriyeti

Bu alanda ilk olarak ele alınan uyuşmazlık bir ressamla ilgilidir. BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi organı İnsan Hakları Komitesi önünde görülmüştür. Olayların gelişimi başvurucu ressamın yaptığı bir tablonun düşman yararına ifade olarak değerlendirilmesiyle başlamıştır. Bunun sonucu olarak ressam mahkum edilmiş ve tablosu müsadere edilmiştir. Ulusal yargı makamlarında hiçbir sonuç alamayan başvurucu BM Siyasal ve Medeni Haklar Sözleşmesi Organı önünde hakkını aramak için sözkonusu başvuruyu yapmıştır. Fakat Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde ne mülkiyet hakkını ne de fikri mülkiyet haklarını düzenleyen bir norm yoktur. Komite ise tablonun müsadere edilmesiyle ilgili uyuşmazlık için MSHS 19/2 kapsamında ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirme yapmıştır. Komitenin yorumuna göre sanat eserleri, eser sahibinin kendisini ifade etmesinin bir aracıdır. Böylece, bir  İnsan Hakları Sözleşmesi’nde fikri mülkiyetle ilişkilendirilebilen bir hak olmasa bile sanat eserinin, eser sahibinin ifade özgürlüğü olarak değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. [1] 

AİHM – A.D. v Hollanda

AİHM önünde, fikri haklarla ilgili değerlendirmenin ilk kez yapıldığı Karar’da, Başvurucu 16 yaşındaki öğrenci ile ilişki yaşayan bir öğretmendir. Kızın annesi polise,  başvurucunun kıza yazdığı mektupları vererek şikayetçi olmuştur. Bunun üzerine, Başvurucu kendisi tarafından yazılan, söz konusu mektupların alenileşmesinin (manevi hak) ve kullanılmasının eser sahibi olarak P1-1 anlamında fikri mülkiyet haklarına aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüştür ve ulusal yargı makamlarında bir sonuç alamadıktan sonra AİHM önüne gitmiştir. 

Komisyon, olguların, başvurucunun P1-1’de yer alan mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder bir durum göstermediğini belirterek başvuruyu kabul edilemez ilan etmiştir fakat, söz konusu davanın önemi müdahale olup olmadığı üzerine yapılmış olan değerlendirmedir. Bu değerlendirme sonucunda, olguların müdahalenin varlığını gösterdiği sonucuna varılmış olsaydı, P1-1 anlamında mülkiyet hakkının ihlalini gündeme getirebileceğinin Komisyonca kabul edilmesi sonucuyla karşılaşılacaktı. 

Sözkonusu uyuşmazlığın farklı açılardan da önemi vardır: Yayımlanmamış eser olmasına rağmen mektuplar için telif hakkı gündeme gelmiştir. Buna göre telif hakkı için, yayımlanma zorunluluğu olmadığı şeklinde bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Ayrıca eser sahibinin hakları bağlamında P1-1 in uygulanabilirliği açısından temel ölçüt olan «ekonomik bir değer oluşturma» ölçütü burada yerini istisnai ölçüt olan «manevi/ruhsal bir değer oluşturma» ölçütüne bırakmaktadır. Bu yalnızca mektuplar için değil bir çok fikri ürün için oldukça önemli bir kriterdir çünkü aksi halde bir çok fikri ürün, ekonomik açıdan değersiz olduğu için P1-1 korumasından yararlanamama tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. [1]

Arallar v. Türkiye

AİHM önüne gelen söz konusu uyuşmazlık, İnsan Hakları içtihadına yaptığımız önemli katkılardan bir tanesidir. Özellikle, şiddet içerikli diğer gurur verici olmayan katkılarımız düşünüldüğünde bu kararın önemi ayrıca ortaya çıkmaktadır. 

Oğuz Aral, Galip Tekin Aral, Fırt ve Gırgır dergileri için çizim yapan karikatürist iken ve İnci Aral Dıgıl isimli derginin editörüdür. Oğuz Aral ve Tekin Aral’ın çizim yaptıkları dergilerin yayın haklarını elinde bulunduran şirket bu hakları bir 3. kişiye satmıştır. Bu kişi ise, başvurucular da dahil bütün çizerleri işten çıkartmıştır. Bunun üzerine Oğuz ve Tekin Aral, Dıgıl dergisinde Fırt ve Gırgır’da çizdikleri karakterleri çizmeye devam etmiştir.

Dergileri satın alan kişi, Aralların Dıgıl’da çizim yapmalarının FSEK’ten kaynaklanan telif haklarını ihlal ettiğini öne sürerek ulusal yargı makamlarına başvuruda bulunmuştur. Arallar, karikatür karakterlerinin yaratıcıları oldukları için telif hakkına aslen kendilerinin sahip olduğunu belirterek savunma yapmışlardır.

Ulusal yargı makamlarında verilen karar Arallar aleyhine olmuştur. Çizgi karakterler üzerindeki finansal haklar geçerli olduğu tespit edilen özel hukuk sözleşmesi ile 3.kişiye geçtiği için, 3. kişinin rızası olmadan Arallar’ın bu karakterleri yayımlayamayacağına karar verilmiştir.

Bunun üzerine Arallar AİHM yoluna başvurmuş ve sözkonusu kararın kendilerinin eser sahipliğinden kaynaklanan fikri mülkiyet haklarına (özellikle mali haklarına) ve dolayısıyla P1-1’de yer alan mülkiyet haklarına aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Komisyon A.D. v  Hollanda içtihadına atıf yaparak fikri mülkiyet haklarının P1-1’in kapsama alanına girdiğini kabul etmiştir. Fakat Aralların başvurusu kabul edilemez bulunmuştur, çünkü başvurucu Arallar ile muhatap Devlet arasında sözleşmesel bir soruna ilişkin uyuşmazlık bulunmamaktadır. Devletin rolü, iki özel hukuk kişisi arasındaki uyuşmazlığın çözülmesidir ve bu süreç içerisinde ilgili resmi kurumlar açıkça keyfi veya haksız davranmadıkça, Devletin sözleşmesel sorumluluğunu doğurmaz. 

Bunun sonucunda, Dava esasa girmediği için manevi haklar ve mali haklar çatışmasını nasıl bir çözüme kavuşturacağı belirsiz kalmıştır.

Arallar yaptıkları başvuruda ifade özgürlüğüne ilişkin 10. madde kapsamında da ihlalin varlığını iddia etmiştir. Komisyon ifade özgürlüğü’ne yönelik iddia üzerinde özellikle durmuştur. Bu bağlamda madde 10’un telif hakkı özelinde uygulanabilir bir hak olarak potansiyelini vurgulamıştır ve uyuşmazlığı sınırlama ölçütleri üzerinden çözüme kavuşturmuştur ve “özel hukuk sözleşmesi tarafı kişinin hakları temelinde başvurucuların telif haklarının sınırlanması, başkalarının hakları sınırlama ölçütü çerçevesinde demokratik bir toplumda gerekli olarak” mütalaa edilebileceğine karar vermiştir. [1]

Melnychuk Davası

Ukrayna’da gerçekleşen bir olayda eserleri hakkında sert eleştirilere katlanamayan bir yazarın başvurusu sözkonusudur. Başvurucu, Ukrayna’daki bazı gazetelerde eserleri hakkında aynı gazeteci tarafından sistemli olarak yayımlanan sert eleştiri yazılarının yayınını durdurmak istemektedir. Aynı zamanda gazeteci ve gazeteleri hukuki yaptırımlara tabi tutmak ve cevabını yayımlatmak için girişimlerde bulunur. Sözkonusu girişimleri Ulusal yargıda aleyhine sonuçlanır ve uyuşmazlığı AİHM’e götürür. 

Başvurusunda P1-1 özelindeki iddiası, eleştirilerin yayımlanmasının ve bunun yargılama makamlarınca durudurulmamasının telif haklarını ihlal edici nitelikte olduğu şeklindedir. AİHM ilgili uyuşmazlık için verdiği kararında, önce fikri mülkiyet haklarının P1-1’in kapsamına girdiğini kabul etmiştir ve sonra başvuruyu Devletin bir sorumluluğu olmadığı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur.

Söz konusu davanın önemi, fikri haklara ilişkin yayımlanan eleştirilerin, tıpkı klasik mülkiyet hakkına konu bir malın değerini düşüren kötüniyetli saldırılara benzetilmesidir. Burada fikri mülkiyet hakları ile ifade özgürlüğü arasında bir çatışma söz konusudur. Gerçekten de özellikle eser sahipliği söz konusu olduğunda, fikri hakların değerini eser hakkında yapılan eleştiriler önemli ölçüde etkilemektedir. Bu bağlamda kötü niyetli, bizzat eserin değerini düşürmeye yönelik eleştirilerin, malvarlığına saldırı niteliğinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ilginç bir sorudur ve bu uyuşmazlıkta gündeme gelmiştir. [1]

Balan Kararı

Bu uyuşmzlık neticesinde, eser sahibinin haklarının P1-1 kapsamında korunduğu açık ve net olarak belirlenmiştir. Uyuşmazlık konusu olayda fotoğraf sanatçısı başvurucunun daha önce çektiği ve yayımladığı bir fotoğrafın ulusal kimlik kartlarına izinsiz ve telifsiz kullanılması sebebiyle mülkiyet hakkı ihlali iddiası söz konusudur. Ulusal kimlik kartlarında başvurucu tarafından çekilmiş fotoğrafın kullanılmasının P1-1 anlamında fikri hak teşkil ettiğini kabul eden Mahkeme, fotoğrafların başvurucunun izni olmaksızın ve telif verilmeden kullanılmasını Sözleşme’ye aykırı bulmuştur. [1]

Sınai Mülkiyet Hakları içerisinde en önemlileri Patent, Marka ve Tasarım haklarıdır. Son bölümde buluş sahibinin katkısının en çok yoğunlaştığı hak türü olan Patent hakkı ile ilişkili AİHM önüne gelen uyuşmazlıkların değerlendirmesi yapılmış ve Sınai Mülkiyetle ilgili içtihadın gelişimi patent özelinde anlatılmıştır:

Smith Cline ve French Laboratories v. Hollanda

İngiltere merkezli bir şirket, Hollanda’da cimetidine adlı duedonal ülser ve gastrit tedavisinde kullanılan bir ilacın patentinin sahibidir. Sözkonusu Şirket, Hollanda patent hukuku uyarınca, iradesine aykırı olmasına rağmen, bir Hollanda şirketine zorunlu lisans kapsamında bu ilacın üretim ruhsatını vermek durumunda kalmıştır. Burada Patent kullanımına bir müdahale ve patentlenmiş buluştan tekel hakkı sahibi olarak yararlanma hakkını ihlal söz konusudur. 

Mahkeme bu uyuşmazlık kapsamında öncelikle, Hollanda iç hukukuna göre patentin intikal edebilir ve temlik edebilir bir kişisel mülkiyet ve P1-1 anlamında mülkiyet hakkına giren bir malvarlığı değeri oluşturduğunu belirlemiştir. Devam ederek bu hakka bir müdahale olup olmadığını sorgulamıştır ve patentin münhasır bir kullanma hakkı olduğunu, 3. kişilere lisans yoluyla aktarılmasının kaçınılmaz olmadığını ve otomatik olarak patent sahipliğinden doğmadığını tespit etmiştir. Bu bağlamda, 3. kişiye patentin kullanma hakkının zorla verilmesi mülkiyet hakkının kontrolü anlamına gelmektedir. Son olarak ölçülülük bakımından yaptığı inceleme neticesinde ise temelsiz başvuru olduğuna karar vererek başvuruyu reddetmiştir. 

Sınai haklarla ilgili olarak bu uyuşmazlık ile ortaya koyulan hususlardan bir tanesi, ulusal hukukta tescil edilmiş olmanın P1-1 şemsiyesine girmek için bir ön koşul olmasıdır. [1]

T Şirketi v. Hollanda Davası

Başvurucu İngiltere merkezli çok uluslu bir şirket olup tütün mamullerini işlemekte geliştirdiği bir proses için Hollanda’da patent başvurusu yapmıştır. Patent başvurusu, başvuruya konu buluş tekniğin bilinen durumunda  yeni olmadığı için reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, ulusal düzlemde açılan davalar aleyhe sonuçlanmıştır. Bunun neticesinde başvurucu AİHM önünde, Hollanda ulusal makamlarının yaptığı yargılamanın adil olmadığı ve adil olmayan yargılamaya bağlı olarak patentinin verilmemesinin mülkiyet hakkının ihlalini oluşturduğunu ileri sürmüştür.

Komisyon P1-1 çerçevesindeki iddiaları adil yargılanma eksenli iddiaların bir uzantısı olarak kabul etmiş ve bu iki iddianın kabuledilebilirlik aşamasında ayrılamayacağı gerekçesiyle başvuruyu P1-1 açısından da kabul edilebilir bulmuştur.

Başvuru önüne geldiğinde ise adil yargılanma hakkına öncelik vermiştir ve durumu ayrıca P1-1 açısından incelemeye gerek görmemiştir. [1]

Brown … Tobacco v Finlandiya

Yine bir tütün şirketinden kaynaklanan uyuşmazlıkta, P1-1’in zaman duvarı engeli nedeniyle kabul edilemezliğe karar verilmiştir. Komisyon söz konusu uyuşmazlıkta, patent hakkının P1-1’in uygulanabilirliğini sağlaması için, ulusal hukukta kazanılmış olmasını aradığını açık ve net olarak ifade etmiştir. [1]

Heinz v. Avrupa Patent Sözleşmesine Taraf Devletler

Çalışma kapsamına dahil edilen son uyuşmazlıkla ilişkili olarak söylenebilir ki, patent hakkının doğurduğu mülkiyet sorunları ulusal hukuklar ile ulusalüstü hukukları insan hakları açısından kesiştirebilmektedir. Patent koruması da aslında uluslararasılaşmış bir konudur çünkü bir ülkede açıklanan bir buluşun başka bir ülkede korunmaması düşünülemez.  Devletler, uluslararası andlaşmalar yapmak suretiyle, özellikle bölgesel örgütlere patent hukukuyla ilgili bazı yetkilerini devretmektedirler. 

Patent mülkiyet hakkının bir parçası olarak P1-1 tarafından korunduğuna göre, eğer herhangi bir Devlet yetkisini bir ulusalüstü örgüte devrederse, AİHS’den kaynaklanan mülkiyet hakkına saygı yükümlülüğünden de bağışık kılınacak mıdır? Yani daha genel bir ifade kullanırsak, Devletler görevlerinin gerektirdiği yetkilerini başka kurumlara devrederek insan hakları sorumluluğundan kaçınabilirler mi?

Patent hakkı için başvuru yapıldığında bu hakkın doğması ve sürdürülebilmesi için yapılması gereken çeşitli ödemeler sözkonusudur. Yıllık yenileme ücretleri patent hakkının sürüdürülebilmesi için gereklidir ve yatırılmadığı takdirde Paris Sözleşmesi ile patent sahiplerine, ek masraflarla ödemek için 6 aylık bir ek süre tanınmıştır. 

Başvurucu hem yenileme ücreti hem de ek ücreti aynı anda ve 6 ay içinde ödemek zorunda bırakılmayı, -her ne kadar bu ödeme yapmayanları koruyan bir düzenleme olsa da-, P1-1’e aykırılık teşkil edecek ölçüde mülkiyet hakkına müdahale olduğunu iddia ederek AİHM önüne gelmiştir. Avrupa Patent Ofisi ulusal kurum olmadığı için bütün taraf devletler aleyhine başvurusunu yapmıştır. 

Kişi bakımından yetki problemi ile Komisyon incelemesine başlamıştır. Bu hukuki sorun için kural, bir ulusalüstü örgüte yetki devrinin Sözleşmeyle uyumlu olabilmesi için, yetkinin devredildiği örgüt sisteminde insan hakları korunmasının en az ulusal makamlarca korunması kadar etkili olması gerektiği şeklindedir.  

Sonuç olarak Mahkeme, Avrupa Patent Sözleşmesi sisteminin patent özelinde mülkiyet hakkını etkin olarak koruduğunu belirlemiş ve başvuru kişi bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemez ilan edilmiştir. [1]

Lenzing v. Birleşik Krallık ve Lenzing v. Almanya davaları

Yine bölgesel patent başvurusuyla ilgili bir uyuşmazlıkta, Başvurucu Avusturya merkezli bir şirkettir ve yünden ürettiği pamuklu benzeri kumaşın patentinin Avrupa Patent Sözleşmesi madde 3 uyarınca İngiltere ve Almanya’da tanınması amacıyla EPO’ya başvurmuştur. Patent başvurusu tescil edilmiştir ve 9 aylık itiraz süresi içinde bir başka şirket tarafından bu patente itiraz edilmiştir. İtiraz sonucunda Avrupa Patent Ofisi tarafından patent hakkı buluş tekniğin bilinen durumunda yeni olmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. 

Bu arada İngiliz ve Alman patent mahkemeleri önünde başvurucunun o Devletler nezdinde sahip olduğu patent hakkının iptal edilmesi amacıyla da davalar açılmıştır ve başvurucunun aleyhine sonuçlanmıştır. 

AİHM önüne gelen uyuşmazlıkta, Komisyon başvurucuyu patentinden yoksun bırakan tasarrufun ulusal olmayıp ulusalüstü organa ait olduğunu tespit etmiştir. Davalarda başvurucunun P1-1 kapsamına girer nitelikte bir talep hakkı olduğu Komisyonca bir varsayım olarak kabul edilmişse de, bu hakka bir müdahale olmadığına karar verilerek başvuru kabul edilemez bulunmuştur. 

Söz konusu karar, Patent hakkının ulusalüstü hukuk rejimine tabi olduğu hallerde bile P1-1’in kapsama alanı içerisine girdiğini teyit etmektedir. Yetkinin devredildiği bölgesel başvuru sistemlerinde, insan hakları ulusal düzlemdeki kadar etkili şekilde korunmalıdır, aksi halde yetkisini UÜ örgüte devreden Devletin Sözleşmesel sorumluluğuna gidilebilir. [1]

Av. Utkan Bahri Bakırcı, LL.M

Kaynakça:

1. Burak, Gemalmaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Mülkiyet Hakkı. İstanbul: Beta Yayınevi, 2017.

2. “Intellectual Property before the European Court of Human Rights by Christophe Geiger, Elena Izyumenko :: SSRN.” Search eLibrary :: SSRN. Web. <http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=3116752##>.

3. Moore, Adam and Himma, Ken, “Intellectual Property”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Winter 2018 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/win2018/entries/intellectual-property/>.

 



error: